Endometriozis Vurgunu

“Endometriozis Vurgunu”…

Bu hikâye, gerçek bir endo-savaşçısının hikâyesinden ilham alınarak kaleme alınmıştır.

Benim hayatım bana özeldi, yerimde duramazdım.

Öncelikle akademisyendim. Binicilikte milli takımdaydım, bir atıcılık grubunun mensubuydum. Balıkçılık tutkumdu, beni tutabilene aşk olsundu…

Hayat dolu, pozitif bir insandım. Ağrıya sızıya gülüp geçmesini bilen, kayakta kolunu kırıp da zinhar şikâyette bulunmayan biri…

Yurt dışında okuyordum, dünyayı geziyordum. Meraklı ve araştırmacı tabiatım gereği bir oradan bir buraya koşuyor, anı, tecrübe ve insan biriktirmekten ziyadesiyle keyif alıyordum.

Her şey akışında, benim nazarımda normaldi yani. Regl süreçlerim de böyle. Olması gerektiği gibi, 28 günde bir. Bana dair her şeyi bir rutini vardı, planlarımı bozacak bir unsur yoktu ortada anlayacağınız.

Yurt dışından ülkeme, Türkiye’ye dönüp de doktoraya başladığım zamanlardı, rutinim darbe yedi bir anda. Her regl zamanı sağ kolumu mahveden, kabustan beter bir ağrının esiri oluverdim ansızın. Bildiğim en iyi jinekologların kapısını çaldım bu süreçte, duyduğumsa hep aynı şey oldu:

“Psikolojik.”

Şimdi buna ben nasıl inanayım?

Beni tutun, ailem nasıl inansın?

Hayatı boyunca istediğini elde etmesini bilmiş, azimli ve asla mızmızlanmayan ben, kolunu kırsa da bununla eğlenebilen ben, neyin psikolojik krizine giriyor olabilirdim ki, hem de her ay, ne tesadüf ki regl zamanı?! Ben, bilmiyor muydum hiç beni?

Bir tuhaflık vardı, şüphesiz. Onlar mı görmüyordu, ben mi anlatamıyordum?

Doktorların sarf ettiği sözler, içime su serpemez oldu ve kendimi araştırma yaparken buldum. Şikayetlerim, okuduğum 1985’lere ait bir yazıya göre, ‘diyafram endometriyozisi’nin belirtilerini bana haykırıyordu. Gittim, bir doktora da bahsettim bu yazıdan. Ne dedi biliyor musunuz?

“İnanmayın her okuduğunuza, yalandır o. Yok öyle bir hastalık.”

Pekâlâ, her okunulana inanmama hususunda ben de onunla hemfikirdim ki, bundan mütevellit kendisine danışmıştım. Lakin şikayetlerimin yoğunluğuna ve ciddiyetime inanmayıp benim çektiklerimi bana yeniden ‘psikolojik’ olarak lanse etmesi, gerçekten beni içten bitirmeye, demoralize etmeye yetmişti.

Her neyse…

Bir noktadan sonra kendi içimdeki güce inandım, bu doktorların dahi yetemediği sorunlarıma kulak tıkadım ve hayatımı yaşamaya çabaladım. Balıkçılığa, dalışa olan merakımı, sizlere kendimi tanıtırken bahsetmiştim ya, işte bu merakım ve adrenalin tutkum sağ olsun, soluğu Ürdün’de aldım.

Ürdün’ü bilir misiniz bilmem, Orta Doğu’da bir ülkedir. Doğusunda Suudi Arabistan, batısında İsrail bulunur; güneyinde ise Kızıldeniz. İşte ben, tam da oradaydım. Başıma ola ki bir hâl gelse, hiçbir yere de gidemiyorum yani. Peki ya bu, bir sorun olur muydu benim için? Olmazdı herhalde işte, en fazla ne olabilirdi ki? 

Bir anda bacağımda bir ağırlık hissettim, kaldıramıyordum sanki. Tuhaftı, hem de çok tuhaf… Kramp mı girmişti yoksa daha suya girmeden? Yoksa ani ve yanlış bir hareket mi yapmıştım? 

Derin bir nefes aldım, verdim. 

Hayır, her şey yolundaydı. Bu dalış gerçekleşecekti, hiçbir sorun yoktu ve de olmayacaktı. Bugün benim keyfimi hiçbir şey bozamazdı.

“Hazırım,” dedim kendime, daldım Kızıldeniz’in derinliklerine…

Derken bir anda inanın, ne oldu anlamadım, göğüs kafesim patlayacakmışçasına korkunç bir ağrı sardı göğsümü, her yer kan oldu. Biri bacaklarımı tutuyordu sanki, hareket yetimi kaybediyorum sandım bir an için, öyle ki koluma da kramp girmişti – ölüm kapıma dayanmış gibiydi. Vurgun yediğimi sandılar, paniklediler etrafımda.

Dedim ya hani, öyle bir yerdeyim ki hiçbir yere sığınamıyorum. Suudi Arabistan ya da İsrail olmaz, Ürdün’de hastane konumuma göre epey uzak…

Çaresizlik…

Nasıl oldu da ben orada birkaç gün kalabildim, bilemiyorum. Ne çektiğimi bir ben bilirim, kelimeler kaybeder gücünü ve anlatamaz size o dehşet ıstırabı. Öyle ki eve, Türkiye’ye dönüşüm, benim için hem bana ne olduğunu bilmememden ötürü tereddüt dolu, hem de oldukça duygusal bir andı.

Her neyse.

Türkiye’de apar topar tomografiye alındım, diyaframım kistlerle kaplıydı. “Acil ameliyat, daha fazla vakit kaybedemeyiz,” dediler. “Diyafragmatik endometrizis bu…”

Operasyona bir cerrah, bir de kadın doğum uzmanı girmiş. Cerrahı oldukça başarılı bir iş çıkarsa da bunu demekten gerçekten üzülüyorum lakin kadın doğumcu beni kelimenin tam anlamıyla mahvetmişti.

2 günü yoğun bakımda olmak üzere 1,5 ay hastanede geçti. O günden itibaren, yaklaşık yedi yıldır, altı üstü birbirine karıştı hayatımın. Kendi ideallerimden, kendimi bildiğim ve sevdiğim hâlimden, her şeyimden kopacak noktaya geldim, dayanılmaz ağrıların ve bitmek bilmeyen, beni adeta öldüren bir sürecin kurbanı oldum. Öyle ki akademiyi bırakmak zorunda kaldım.

Hem de sırf yanlış bir operasyon yüzünden.

Sonra ne mi oldu?

Bir kez daha endometriozis çaldı kapımı, çok nadir olan siyatik endometriyozis, sakral pleksus endometriozis ve de pudendal nevralji… 

Bir de bunların ameliyatları…

Git gide yıprandım, zorlandım…

Eski hayatımdan eser kalmadı. Gidip denizlerde, küçük bir teknede günlerce kalamıyorum artık, araştırma yapmayı geçin soğukta dahi kalamıyorum. Ama olsun, içimdeki savaşçı yılmak nedir anlamadı hâlâ. Kadındır, ağrı sızı normaldir anlayışına, her sorunu “psikolojiktir” diye aşağılayan ve empatiden yoksun zihniyete ve en önemlisi, beni hayattan koparmak isteyen bu illete, endometriozise bir savaş açtım ben. Kopmayacağım hayattan.

Tecrübesiz ve işini bilmeyen cerrahın rahmimi ikiye bölmesine inat, beni anlamamalarına, ağrılarımı küçük görmelerine inat kopmayacağım işte.

Beni en çok çıldırtan şeyi de eklemek istiyorum bu arada:

Adenomyozis, endometriozis her ikisi için de 5 yıl gecikmeli olarak teşhis aldığımda doktorun söyleyişindeki rahatlık, önümdeki belirsiz sancılı süreç beni alt üst etti. Bir ilaç içer, tedavi olur, en kötü 1 ayda iyileşirim sanmıştım. “Ömür boyu geçmez, alışın,” lafı canımı çok acıttı. Ama dedim ya inatçıyım ben diye, pes etmek nedir bilmiyorum. Yeniden öğrendim yaşamayı, savaşmayı ve asla yılmamayı…

Belki de eskiye göre kendime çok daha iyi bakmamın, geç de olsa herkesten çok önemsemeyi başarmamın sebebi bu hastalık…

Her neyse…

Bugün burada, karşınızda sizden biri olarak, sizi anlayan biri olarak duruyorum işte. Ağrınız, sızınız varsa, siz de benim gibi inandıramamışsanız gerçekten çaresiz olduğunuzu doktorlara, pes etmeyin bu savaşta. Yalnız değilsiniz, olmayacaksınız da. Biz, endotürkiye ailesi olarak, endo savaşçıları olarak kocaman bir aileyiz, bu uğurda, bizi anlamayanlara inat, sağlığımız ve yaşam kalitemiz adına mücadele vermekten asla çekinmeyeceğiz.