Çikolata Hanım

“Çikolata Hanım”…

Bu hikâye, gerçek bir endo-savaşçısının hikâyesinden ilham alınarak kaleme alınmıştır.

Çikolata sever misiniz?

Ben bayılırım! Hele ki yoğun sancılı geçen dönemlerimde en büyük dert ortağım, mutluluk limanlarım olmuşlardır benim.

Yıllardır yoğun tempo çalışan biri için bu dönemlerin ne denli ıstırap verici olduğunu tahmin etmek elbet ki zor değildir sizler nazarında. Üst düzey bir yöneticiyim bilindik bir şirkette, tam anlamıyla kariyer çılgınıyım. Bu arada soracak olursanız adımı demeyeceğim, giz kalsın. Zira size anlatmak istediğim ben değilim, benim şu yıllarca anlamlandıramadığım “çikolata merakım”. Öyle ki ailem, sevdiklerim hep beni çantamda çikolata taşımamla bildiklerinden adımı garip bir şekilde “Çikolata Hanım” ilan edivermişler. Her ay gelip çatan sancılarım, krizlerimeyse “bizimkisinin çikolata aşkı depreşti” falan…

Oysaki hani derler ya Titanik’i batıran buz dağı değil de sonsuz okyanusta görülen bir seraptı esasen diye ya, benimki de öyleymiş.

Lafı pek de uzatmadan…

Seminerin biri için yurt dışındaydım, ansızın bastırdı yine benim malum “çikolata krizi”. Bir yandan sunum yapmam gerek, öte yandan ben kıvranıyorum. Karnım deşiliyor sanki, içimde patlamak üzere bir yanardağ varmışçasına bedenim alev alev… Hem aylık kanamam yoğun, ne giysem anında beni rezil etmeye ant içmiş sanki… “Olmadı kırmızı giyersin!” dedi biri, alay edercesine. Hayır, halimden de anlamıyordu ya… Ben yattığım yerden kalkamıyorum, saatin tik takları içime işliyor…

Lavaboya gitmeye tiksinir olmuştum bir an, “Bu sefer fena yanıyor,” diye inlediğimi anımsıyorum. “Yok, bu kez çikolata da toparlayamaz moralimi!” Midem, kendi ekseninde dönüyormuşçasına raks edercesine dünyayla. Rengim atmış, terliyorum.

Kaburgalarımın altından, sağ karın boşluğumda bir el var sanki ve yoğuruyor içimi, sıktıkça sıkıyor.

“Nefes alamıyorum!” diye bağırıp sekreterimi çağırdığımı anımsıyorum. Hem beni anlıyor, hem de panikle “Ama sunum…” diye zırvalıyordu ya…

Cevap de veremez olmuştum artık ona, nefes alıp verdikçe göğsümde derin bir yanma ele geçiriyordu beni; sanki içimde, kaburga kemiklerimde bir tutuşma vardı da yakıp kavuruyordu ciğerlerimi…

Velhasıl kelam, sunum yalan oldu benim, soluğu aldık hastanede. Kendimden geçmişim, o acı dolu anları ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Ölüyorum sandım.

“Diyafragmatik endometriozis” imiş…

Ne ya bu, ne yaptı bana da beni hastanelik etti diye arama motoruna bir yazdım ki ne göreyim?

“Çikolata kisti”…

Can dostum bırakmamış meğer beni, içime işlemiş…

Öylesine masum bir isimle hem de, beni benden almaya niyetlenmişçesine.

Sonra öğrendim ki çok fazla kadın varmış benimle aynı durumdan mustarip. Toplumsal tabuların esiri olup da kendisine geç kalmışız hepimiz. Öyle ki şimdi düşündükçe daha da iyi görüyorum büyük resmi.

Ben hep güçlü durmaya, dayanmaya adamışım kendimi. Lise dönemlerim mesela, her teneffüs arası koşa koşa giderdim lavaboya. Bir ped yetmezdi asla, üzerine peçeteler koyardım. Havanın sıcak olduğuna bakmaz, kat kat giyinir sımsıkı sarardım karnımı; arkadaşlarım kafelerde veya başka maceralarda kahkahalarla gençliklerini yaşarken ben ‘kariyer kadını olacağım’ adı altında evde ders çalışmaya çalışırdım.

Hoş, kariyer kadını olmak tutkumdu, yalan da değil…

Ya iş yerinde çektiklerim? İşe ilk başladığımda arka arkaya beş ay boyunca belli zamanlarda izin aldım diye mobbinge maruz kaldığım zamanlar… Bir köşede sessizce karnımı tuta tuta ağlayışım…

Yine de dimdik durup, zaman zaman bedenime giren kramplar yokmuşçasına yoluma devam edişim dahi şimdi duygulandırıyor beni. Eh, ne de olsa kolay değildi.

Ama fark ediyorum da stres varmış üzerimde, çikolata sevdam bundanmış… Bir telafi, kendimi kandırma çabası…

Ve ben biliyorum ki yalnız değilim, benimkine benzer çok fazla hikaye var piyasada, gizli saklı da olsa… Bu ağrıları işte çekip de izin aldığında mobbinge uğrayan, çektikleri aşağılandığından belki kariyerini noktalayan kadınlar… İş gücünde azalma, hayal kırıklıkları…

Sözü daha da uzatmayacağım. Sadece ekleyeceğim son bir şey, sana – her kimsen 🙂 – son bir mesajım var:

Sen kandırma kendini; bence her kadın birkaç ayda bir muhakkak düzenli bir kadın doğum uzmanının kapısını çalmalı, kendisine geç kalmamalı. Toplumsal tabuları yıkmak ve kadın olmanın adet ağrısına, bedensel kasılmalara maruz kalmak olduğunu iddia eden anlayışa karşın vermemiz gereken bir savaş var ortada. 

Sağlıcakla kalın…